öğren
Leave a comment

Meksika’nın Latuvi Köyünde Kem Gözlerden Korunurken

 

OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Hiç bir zaman tütsü yakıp evin kuytu köşelerinden öcü bücü kovalayan bir tip olmadım. Ama başka kültürlere olan ilgimden olsa gerek değişik toplulukların batıl inançlarını incelemeyi, ritüellerine katılmayı severim. Hatta gaza gelip üflenip püflendiğim bile olmuştur. Zaten Türkiye’de büyüyüp de nazara biraz da olsa inanmamak zor olsa gerek.

Latin Amerika seyahatine çıkmadan önce ailece karşımıza sayısız aksilik çıkmıştı ve ben çantam hazır olmasına rağmen bir türlü bilet alıp gidemiyordum—annemde bir türlü geçmeyen bir bel ağrısı, dedemde iyileşmeyen akciğer iltihabı, bende ise hala sızlayan aşk acısı.

“Kurşun mu döktürsek?” diye yarı şaka söylenirken Anne-kız kendimizi ona buna telefon açıp kurşuncu arar bulduk. Ama bulduğumuz hanım kişi başına 100 lira isteyince cimriliğimiz tuttu, nazar kendi kendine düşüversin dedik.

Çok geçmeden Kolombiya için Paris aktarmalı biletimi almayı başardım. Ama gözler bedava düşmüyormuş meğer… Charles de Gaulle havalimanında kapıları kapanmış uçağıma dışarıdan baka kalınca üzerimdeki nazarın ne kadar inatçı olduğunu anlamıştım. Hayatım boyunca her görüşmeye erken gelen biri olarak bir ilki yaratıp havaalanına iki saat önce gelmeme rağmen yanlış terminalde beklediğim için uçağımı kaçırmıştım. Bir sonraki Paris – Bogota uçuşu ancak iki gün sonra olduğundan tıpış tıpış şehre geri dönüp, yanında kaldığım aile dostumuzun evine gittim. Koskoca Paris’te kurşuncuyu nerede bulacaktım şimdi?

O gece önce özel olarak satın aldığım birayı bir güzel içtikten sonra şişesini bir plastik torbaya yerleştirip Parisli ev sahibimin şaşkın bakışları altında balkona çıkıp duvara vurmaya başladım. Vuruyordum da şişenin kalın camı bir türlü kırılmıyordu.

“Nazar gitsin diye bir şey kırmam lazım da, sizin bardaklardan birini kırmam pek hoşunuza gitmez diye düşündüm,” dedim sarı saçları ve mavi robe de chambre ile ne yaptığımı anlamaya çalışan kadına. Yaptığım şeyin geri kafalık olmadığını vurgulamak için psikolojik takıntıların fiziksel bir aksyonla daha kolay atlatılabileceğini ileri sürerek bilimsel bir boyut öne sürmeye çalıştım ama elimdeki carrefour torbasını savururken pek de entelektüel gözükmediğimin farkındaydım.

Bu bira şişesi de bir türlü kırılmıyor; göz çıkaracağım diye balkon duvarını kırmayayım derken muradıma eriştim. Şişe kırıldı nihayet. Ama üzerimdeki nazardan kurtulmak için Meksika’nın Sierra Norte ormanlarındaki bir köyde yaşayan Telesfora’nın Paris’te ki o geceden dört ay sonra ruhumu temizleyeceğini bilemezdim tabii ki.

Telesfora takriben 300 kişinin yaşadığı Latuvi köyünde asırlardır curandera, yani şifacı olarak çalışıyor. Meksika halkının büyük bir kısmı için modern tıbba erişebilmek hem finansal hem fiziksel olarak zor olduğundan geleneksel şifa kültürü ülkede hala yaygın. İşin içinde kötü ruhları kovmak uğruna mumlar yakıp yumurtalar kırmak da var ama Telesfora gibi curanderalar şifalı bitkiler üzerinde doktora yapmış kadar bilgili. Büyükanneden toruna geçen bu gelenekleri kullanarak ciddi hastalıkları yenebiliyorlar.

Latuvi'ye yürürken bize Sofya rehberlik yaptı.

Latuvi’ye yürürken bize Sofya rehberlik yaptı.

Latuvi aslında Pueblos Mancomunados, yani “ortak idare edilen köyler”den bir tanesi. Doksanlardan beri bulundukları Oaxaca eyaletinden bağımsız bu özerk köyleri bana anlatan rehber “bir nevi kibutz yaşamı yaşıyorlar” diye anlatmıştı. Birbirinden uzak sekiz köyden oluşan Pueblos Mancomundos halklarının temel geçimi tarım. Mısır, fasulye gibi şeyler yetiştiriyorlar. Kendi idareleri altında olan 30 bin hektarlık bir ormanın da koruyucuları. En az iki hafta da bir yaptıkları genel kurul toplantılarına her sakin katılıp istediği konuyu tartışabiliyor. Bir nevi Klasik demokrasi altında yaşıyorlar aslında. Topraklarına o kadar büyük bir itina ile bakıyorlar ki dört gün boyunca ağaçların arasından bir köyden diğerine yürürken bir plastik şişe kapağı bile görmedim.

Telesfora’nın evine geldiğimde onu yeşil bir tarlanın ortasında çalı çırpı toplarken buldum. Pembeli kıyafetleri yeşilliklerin arasında bir çiçek gibi göze çarpıyordu. Yaşı 80’e yakın, belli fazla kiloları ayak bileklerine pek acımasız. Her adımda bir sağa bir sola sallanarak bize doğru yürüdü ve bizi evine davet etti.

Şifacıya gitmek için hasta olmak gerekmiyor. Meksikalılar check-up yaptırır gibi arada sırada köyün curanderasına limpia yaptırmaya yani “temizliğe” gidiyorlar. Bende bir limpia ısmarladım. Kurşun döktürmek içimde kalmıştı zaten.

Telesfora salonunun ortasında yerleştirdiği bir sandalyeye oturttu ve elindeki rengarenk çiçek ve bitkilerden oluşan bir buket ile başladı süpürmeye. Beni yani. İkinci aşamada alkole batırdığı bir avuç çiçekle kollarımı, yüzümü, ve kafami ovalamaya başladı. Sonra taze bir yumurtayı vücudumun her yerinde gezdirdi. Öğrendiklerime göre her şifacının kendine göre bir stili var ama bu yumurta olayı Meksika’nın her yerinde yaygınmış. Yumurta kişinin enerjisini kendine çekiyor, şifacı ise sonra bu yumurtadan hastayı neyin rahatsız ettiğini anlıyor. Telesfora yumurtayı bir su bardağına kırıp kahve falı okur gibi yumurtayı okudu durumumu öğrenmek için.

Telesfora ve ben

Telesfora ve ben

Herhalde yumurtamda çıkan gözlerin sayısını söylememe gerek yok! Gözler bir yana, yumurtamda bir de “susto” varmış ama ben farkında değilmişim. “Susto”nun korku anlamına geldiğini bilsem de gene bir sorayim dedim. Telesfora bana batılı terimlerle depresyonu anlattı. “Susto” ve “triste”—yani hüzün—bir curanderanın en en çok rastladığı ruhani hastalıklar. Susto depresyon ise triste ne oluyor tam olarak anlayamadım—bu konuda iletişim eksikliği yaşamış olabiliriz—ama bunun çaresi ne ise alayım lütfen dedim.

Bunun üzerine Telesfora elinde başka bir buket bitki ile “Vamanos Nathalie, levantate Nathalie” diyerek etrafımda dört dönmeye başladı: “Hadi Nathalie, kalk Nathalie.”

Sonra iki litrelik Pepsi şişesine doldurulmuş o alkol karışımından yudumlayıp yudumlayıp üzerime püskürttü. O sırada bir kurşuncu yok mu buralarda diye aklımdan geçirmedim değil. Temizlik sona erince bir yumurta daha feda edildi.

Bu kez nazarlar gerçekten gitmişti, Tanriya şükür.

“Suston çıktı.” Telsefora bana gözlerden arınmış yumurtamı gösterdi. Her ne kadar bir an önce odama gidip duş almak istesem de biraz rahatlamadım dersem yalan olur.

Gözlerden arınmış yumurtalarım

Gözlerden arınmış yumurtalarım

Telesforanın kullandığı bu şifa teknikleri pre-Hispanik, yani İspanyolların yöreye hakim olmalarından önceki döneme rastlıyor. Çoğu Meksikalı bu geleneklerin tam olarak nereden geldiğini bilmese de hayatlarının büyük bir parçası olmaya devam ediyor. Aynı bizdeki yolcunun arkasından su dökmek, kurşunla göz çıkartmak gibi. Bizim orijinini bilmediğimiz bu adetler de İslam öncesi Türk kabilelerden bugüne kadar unutmadığımız, inanmaya devam ettiğimiz geleneklerden.

Bilimin günümüzde plasebo etkisini kabul edip şaşırtıcı derecede etkili bulduğu da bir gerçek aslında. Sustosunun çıktığına inanan insan sadece buna inandığı için daha mutlu olabiliyor. Dünyanın iki ucunda batıl inançlar diye adlandırdığımız bu gelenekler belki de bu yüzden süregele biliyor.

*** Bu yazı ilk olarak Şalom Dergisi’nin Kasım 2015 sayısında yayınlanmıştır. ***

Pueblos Mancomunados'da hiking

Pueblos Mancomunados’da hiking